şirazeArtık çok fazla kullanılmasa da, yoldan çıkanlar, düzenini kaybedenler için söylenen “şirazeden çıkmak” deyiminin, kendi bağlamı dışında ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinmez.

Herhalde biri kütüphanesindeki kitaplardan bir kısmının sırtının dağıldığını, yapraklarından ayrıldığını görüp; “hımm… Bizim kitapların sayfaları şirazeden çıktı” deme olasılığı çok fazladır.

Ya da İbrahim Müteferrika, ilk yapılan ciltlerin bozukluğuna bakıp da böyle bir cümle kurmuş olması da olası…

Evet… Şiraze. Farsçadan dilimize girmiş olan şiirsel sözcük.

Ciltlerin fasiküllerini bir arada tutan o ince kumaş parçası.

Ancak küçük boyutuna rağmen, ciltlenmiş kitapların estetik görünümünü sağlayan o renkli şerit.

Kapakta kullanılan malzemeye göre seçilen şiraze renkleri, üstten ya da alttan bakıldığında, sırt ile sayfalar arasındaki “sınır / geçiş”tir.

Hiçbir varlığın muaf olmadığı “zaman”, kitapları da etkiler.

Kitabın zamana karşı direnç noktalarından biri şirazesidir.

Eski kitaplarda, şirazenin bir işlevi, bir koruyucu olma tarafı vardı.

Cilt ustaları, tüm fasikülleri diktikten sonra, şirazeyi seçer ve onu özenle yapıştırırlardı. Onu yapıştıran, en deneyimli olanı olmak zorundaydı.

Kitabın ömrü, şirazenin nasıl yapıştırıldığı ile doğru orantılıydı.

Zira, fasiküllerin sıkışık ya da gevşek yapıştırılması, cildin ömrünü belirliyordu.

Bugün birçok cilde baktığımızda, şirazenin “laf olsun” diye konulduğunu görmekteyiz. Bunun nedeni kitapların “sonsuz kalıcı” olmaktan çıkıp, “sınırlı ömürlü” olmaya geçmiş olmalarıdır.

Bir anlamda şirazeden çıkan dünyanın aynasıdır bugünkü ciltler…

Oysa kitaplar dünyanın belleğidir. Onlar ne kadar uzun ömürlü olursa, dünyanın ortak aklı da o oranda gelişir.

O nedenle “şiraze” deyip geçmemek lazım…