sahafStefan Zweig, öykülerinden birini Sahaf Mendel adıyla yayınlamıştı. İçinde 1. Dünya savaşının da geçtiği yıllarda, Avusturya’da bir kafenin köşesinde ömrünü geçiren ve dünyası sadece kitap olan Sahaf Mendel, bu dünyaya kitaplar için gelmişti sanki.

Zweig, tüm sahafların ortak özelliği olan inanılmaz belleğe sahip olmayı, Mendel’in karakterinin de temel göstergesi olarak ifade etmişti.

Onu anlatırken; “Bir yıldızbilimci, teleskopun ufacık deliğinden milyonlarca yıldızı nasıl beğeni ile gözlemler, onların hareketlerini nasıl takip eder, durumlarını, bazen parlayıp bazen solan ışıklarını nasıl saptarsa, Jakop Mendel de, dört köşe masanın başına oturup, gözlüklerinin camından, hareketli ve değişken başka bir dünyayı, gerçeğinden üstün başka bir alemi, kitaplar alemini öylece zevk duyarak seyrederdi.”* diyerek, tüm sahafları betimliyor gibidir…

Evet… Kitaplar alemini zevkle seyretmek.

Çoğu insan, sahafları sadece eski kitaplar satılan yerler olarak düşünürler ve uzak dururlar. Oysa kitap meraklıları için sahaflar, alışveriş yapılan yer olmaktan çok öte, eski kitaplarla tanışma, onlara dokunma yerleri olarak düşünürler.

Daha önceleri başka birilerinin ellerinden ve gözlerinden geçmiş bir kitaba bakabilmek.

Bugün kitap nesnesi üzerine kafa yoran herkes, zaman zaman sahaflara uğramalı. Eski kitapların yüzlerine, ciltlerine, sayfa süslemelerine bakmalı…

Zihninde eski zamanların kitaplarına dair bir bölüm açmalı. Oraya her kitap ziyaretinde yeni deneyimler ekleyebilmeli…

Stefan Zweig hüzünlü hikayesinin sonunda; “Fakat yine biliyorum ki, kitaplar, insanları ölümden sonra birleştiren ve bizi, unutmaya, hayatın bu en büyük düşmanına karşı koruyan biricik araçtır” cümlesiyle, kitabı “unutma”nın karşısına yerleştirir.

Kitaplar…

Yazanın, basanın, ciltleyenin, okuyanın, paylaşanın…

Kısacası; dokunan herkesin izinin üzerinde olduğu bellek nesnesi…

Sahaflar sadece kitap paylaşmıyorlar, kitabın yaşam serüvenini de paylaşıyorlar…

*Stefan Zweig, Sahaf Mendel. Yordam Kitap